ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

MERHABA KONUK ,

SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.


ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

30 Nisan 2007 Pazartesi

1 Mayıs

1 MAYIS MARŞI
Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır
Ancak bu böyle gitmez sömürü devam etmez
Yepyeni bir hayat gelir bizde ve her yerde

1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı

Yepyeni bir güneş doğar dağların doruklarından
Mutlu bir hayat filizlenir kavganın ufuklarından
Yurdumun mutlu günleri mutlak gelen gündedir

1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı

Vermeyin insana izin kanması ve susması için
Hakkını alması için kitleyi bilinçlendirin
Bizlerin ellerindedir gelen ışıklı günler

1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı

Ulusların gürleyen sesi yeri göğü sarsıyor
Halkların nasırlı yumruğu balyoz gibi patlıyor
Devrimin şanlı dalgası dünyamızı kaplıyor

Gün gelir gün gelir zorbalar kalmaz gider
Devrimin şanlı yolunda bir kağıt gibi erir gider

(1 Mayıs marşı, B. Brecht'in, Gorki'den sahneye uyarladığı Ana adlı tiyatro oyunu için 1974'te bestelenmiştir. Söz ve müziği Sarper Özsan'a ait olan marş, Cem Karaca ve Dervişan,Grup Yorum tarafından seslendirilmiştir.)

11 Nisan 2007 Çarşamba



Yazar Evin Okçuoğlu'nun 2006 yılında çıkan 6 kitabından üç tanesinin kapağıdır. (Çocuk edebiyatı -öykü- çocuklar için şiir)
Kapaklar: Sakın Kızma Anne
Çocuk Emeği Öyküleri
Şiir Bahçesi

8 Nisan 2007 Pazar


Köylük yerde de
Taş taş üstüne dizilmiş
Çekilmiş sınırlar.
Oysa her dalda açan
Aynı bahar.

7 Nisan 2007 Cumartesi

SAHNE

Sahne Bir Çekim Bilmem Kaç

Demokrasiyi bir takiye sandalı gibi kullananların bir gün alabora olduğumuzda gerçek denizine düşmeleri sonrası boğulmamak için tutunacak pek dalı kalmayacağa benzer. Sorunu demokrasiyi araç etmek mi amaç etmek mi, ya da kulluk mu özgür insanlık mı bağlamlarında dolaştırmaktan çıkıp da bir de şu açıdan bakmayı denesek: Ulus üstü sermaye, Türkiye’ye yaptıracağı ekonomik uygulamalarda kamuoyunun tepkilerini düşünerek en çok sıkıntı çekeceğini düşündüğü şeyleri bu son iktidara yaptırdı. Geriye pek bir şey kalmadı. Artık yapılan ve geri dönüşümü çok zor hale gelen bu ekonomik kararlar ve kadrolaşmaların kalıcılığı için daha da baskıcı olmaktan başka seçenekleri yok. Sorun laik anti laik olmak değil, bir şekilde baskı kuracak yönetim oluşturmak. Toplumun ekonomik sıkıntıları, devletin erkiyle birlikte ekonomisinin de ulus üstü sermayenin tam denetimine geçişi yaşanırken toplumun etnik ve dinsel konularla oyalanması yöntemi nedense hiç eskimiyor.
Kimliksizleşen insanlar kendilerini bir etnik kimlikte var etme çabaları sürdürürken öte yanda tüm güvendikleri ve bel bağlanan ulusal içerikli kavramlarının içleri boşalmış haldeyken, anlamlı bir düşünce ile ortaya çıkan da kimse olmayınca olacak olan budur.
Ülke küçük burjuvazisi kendi özgürlüğünün ümmetlikle kısıtlanacağı kaygısı dışında bir kaygı duymadığı için konuyu laiklik etrafında döndürmekten ötesine bakamaz.
Ülkenin ulusal olarak bilinen üretim araçlarının özelleştirilmeye başladığı dönemlerden beri devletin küçülme süreci başlamıştı. Artık ulus üstü sermaye yerli ve yabancı sermaye farkını silmekteydi. Buna karşın milliyetçi etnik bakışlı kesim yaşananları kendi etnik kimliklerinin yok edilişi diye yorumladılar. Oysa sadece bu ülkede değil tüm dünyada özelleştirmelerle devlet devreden çıkarılmaktaydı. Sermeye artık devlet yükü taşımak istemiyordu. Şirket kimlikleri oluşmaya başladı bile. Acımasız bir dişlinin içinde olduklarını ve üretim süreçlerini yürütenlerin lehine tüm dünyada yaşanacak bir kalkışma olmadan da yaşananların çözülemeyeceğini göremediler.
Sandılar ki, bu yabancı devletin kendilerine şahsen-millet olarak düşmanlığı-kastı var. O nedenle milliyetçiliklerine anti emperyalistliği giydirmeye çalıştılar. Bunu bir adım öteye götürseler, olaya sınıfsal bakacak olsalar, tarihsel belleklerindeki beyin yıkanmışlıklarına varacak diye düşünsel akışlarına dur dediler. Güç peşindeydiler. Ama güçlü olanın gücünün üretim araçlarını elinde bulundurmaktan kaynaklandığını görmek yerine damarlarındaki kandan gelene bel bağladılar. Güç hevesi, sadece büyümek ve genişlemek, başka devletlere kafa tutabilmek sınırlarına hapsedilmişti.
Seçim dönemlerinde öne çıkarılan yergilere baktığımızda; başbakanlıktan gelen, “egemenlik Allah’ındır”; maliye bakanlığından gelen “satarım her şeyi” söylemine karşı milli ve laik bir tepkinin ötesinde bir tepki verebildiğimizde ve bunu yaygınlaştırabildiğimizde umutlarımızın gerçekleşmesini uzak geleceklerden daha yakına çekme şansı doğabilecek. Çünkü bu senaryoları halk yazmıyor; nasıl bir ortam oluşsun istiyorlarsa, nasıl tepkiler verilsin istiyorlarsa öyle etkilerde bulunuyorlar. Sahne ve dekoru kuran onlar, oynayan halk oluyor.